16 Mayıs 2010 Pazar

FALCILIK SABİİLER

Yazan : Ayşen Şentürk & Burhan Sanus

Dergimizin üyesi Sevgili Ayşen Hanım Tarot bilgi sistemine merak sarmış bu mevzularda bir çok araştırma yaparak bayağı uzmanlaşmış bir dostum, Kendisinin bu mevzuda ki değerli bilgilerinden istifade ederek beraberce derleyeceğiz bu dizimizdeki yazılarımızı .


Yazan : Ayşen Şentürk
Merhaba,
Bu ay size anlatmak istediğim konu, Havva adlı genç bir kadınla ilgili, benim gözlemlediğim ve arkadaşlarımın başından geçen olaylar.
Bu genç kadını 1999 yılında eczacı bir arkadaşımdan duydum. İlk seferinde ben gidemedim, birkaç arkadaşım toplanarak birlikte gittiler.Önce size eczacı arkadaşımın anlattıklarını aktarayım.
Aydan isimli bu hanımın, hastaneye yakın bir eczanesi var o yıllarda, çok iyi kazanıyor, bu yüzden de bazı eczacılar tarafından kıskanılıyor, dükkanına göz dikiliyor, oradan çıkartılmak isteniyor, yeri çok iyi çünkü.
Aydan'ın işleri sebepsiz yere bozulmaya başlıyor. Öyleki telaşlanıp arayışa başlıyor. Bu arada biri
Muğla'nın Ula ilçesine bağlı Yerkesik köyündeki Havva'dan bahsediyor. Aydan'da oraya gitmeye karar veriyor bir pazar günü. Gitmeden önce bir bahçıvana bazı çiçek fideleri veriyor, dükkanın önündeki ağacın çevresine dikmesi için.
Daha sonra Havva'ya gidiyor, onu götüren bir arkadaşı ile birlikte, Havva, yaptığı işi yerini ve dükkanın önündeki büyük ağacı anlatıyor.Ve diyorki: "Bir kadın dükkanını istiyor, seni çıkartmak için, o ağacın altına büyü gömmüş, çıkartıp getirteyimmi istermisin?" Aydan ne olacağını bilmediği için laf olsun diye "getirt" diyor. Masasının üstündek bir bardak suyun üstüne bir poşet kapatıp, Aydan'ın üstündeki hırkayıda katlayıp masanın üzerine koyuyor. Daha sonra elini üstüne poşet kapattığı su dolu bardağın üzerine koyuyor, Aydan'a da koymasını söylüyor ve oku diyor.
Sonra oturup bekliyorlar ve geldi diyor, Aydan'ın masa üzerine koymuş olduğu hırkasını, odanın ortasına doğru silkeliyor ve ortaya bir poşet düşüyor. Aydan bir "dehşete kapıldım" diyor, "inanamadım". Daha sonra Pazartesi günü dükkana geldiğinde, ağacın çevresinin kazılmış olduğunu ama çiçeklerin ekilmemiş olduğunu görüyor. Öğlene doğru bahçıvan geliyor. Aydan kızarak çiçekleri neden dikmediğini soruyor. Adam düşünceli görünüyor. "Abla söyleyeceğim şeye inanmayacaksın belki ama toprağı kazdım tam çiçekleri dikecekken birden sanki içinden bir şey fırlamış gibi kocaman bir delik açıldı, bende korktum, hepsini öylece bırakıp gittim." diyor.
Aydan saatini soruyor bu olayın, büyünün çıkartılıp, getirtildiği saatle ayni olduğunu görüyor.
Aydan bunu anlattığında bana pek olanaklı görünmedi ama merak varya!! hemen devreye girdi ve kendimde görmek istedim.
Meraklı arkadaşlarımdan birkaç kişi gittik. Ve bu sefer ayni olayları hep birlikte yaşadık, hırkanın içindeki poşet yere düşünce, içini açtık, bir sabun, erimiş ve üzerine iğneler saplanmış, onlarda paslanmış, bir mavi beyaz ama rengi gitmiş, arkadaşın bluzundan bir parça, düğüm düğüm, ve tabii toprak parçaları. Bunu denize atın dedi Havva, öylede yaptık. Kimin yaptığını da söyledi tabii.
Daha sonra arkadaşlarımı çok kereler götürdüm Havva'ya
Ve benzer şeyler yaşıyoruz, kimi zaman sabun, kimi zaman kilitler buluyoruz. En son 5 ay evvel gittiğimizde, bir kilit çıkmıştı, anahtarlar üstündeydi ama kiliti açamadık, anahtar yuvasına kurşun dökmüşler, açılamasın diye. İnsan inanmakta zorluk çekiyor, kötülüğün dereceleri aklın sınırlarını zorluyor. Bir insanın başka bir canlıya bu kadar kötü davranabileceğini anlamakta zorluk çekiyorum. Silahın ne olduğu önemli değil tabanca,bıçak yada büyü, bu kadar kin, kıskançlık, acımasızlık, bu duyguları taşıyan insanları nasıl etkiliyor.
Onların içlerindeki bu duyguların sevgiyle yer değiştirmesini diliyorum.
Gelecek ay ağabeyimin başından geçen bir büyü olayını anlatacağım.
Sevgi içinizden eksilmesin..
Ayşen Şentürk

Benimle iletişime geçmek, yazdıklarım hakkında soru sormak veya kendi fikrinizi belirtmek için lütfen aşağıdaki mail adresine yazınız
dergisirlar@gmail.com
Sevgiyle kalın..
Ayşen Şentürk


Yazan Burhan Sanus

Sevgili okurlarım
Ben geçen sayıdaki ve bu sayıda ki yazımda falcılık ve çeşitleri hakkında muhtelif Dini ve Bilimsel ortamların ne düşündüğünü tarafsız olarak nakletmeğe çalışıtım.
Geçen sayımızda Din alimlerimizden Prof. Hayrettin Karamanın düşündüklerini yayınlamıştım, bu günde yazının altında isimleri bulunan eserlerden yapılan alıntı ve derlemeler neticesinde ortaya çıkan fikirleri yayınlamaktayım.
Bunun gayesi sadece ve sadece genel olarak dünyada yaşayan bir kesimin bu hususta ne düşündüğüne buna inanıp inanmadığını ortaya koymaktır.
Ayrıca bende bildiğiniz gibi Falcılık Astroloji ve benzeri olaylara hiçbir şekilde inanmazdım ama başımdan 2008 senesinde geçen bir fal olayında söylenenlerin bu sene % 90 sanın gerçekleşmesi karşılığında Hala bir kararsızlık içindeyim.

BU sebeple 53 sayımızdan itibaren Büyü – Falcılık ve benzeri olaylar hakkında yaptığım bir araştırmayı size dizi olarak yazacağım. Orada bu mevzuları tamamen tarafsız bir şeklide Tarihte ilk başlangıcından bugüne kadar bütün safhaları ile inceleyip bir karar vermenize yardımcı olacağım. Belki bu başlık altında ki bütün olayları yani Sihir – Büyü – Astroloji – Falcılık gibi hepsini asılsız ve mesnetsiz sadece bir göz aldanması olarak kabul edeceğiz belki bir kısmının belli şartlar altında olabileceğini kabul edeceğiz.
Araştırmam bitmek üzere tahmin ediyorum 1.ocak 2010 da derginin yeni formatı ile beraber sayı 53 de bunu bir inceleme dizisi şeklinde size sunabileceğim.
Bunu gerçekleştirebilmek için arşivimdeki yüzlerce bu mevzuda ki kitapları ve belli yerlerdeki bu gibi yazıtları ve yine bu işi yapan bazı uzman kişilerle yaptığım söyleşi ve araştırmalardan istifade etmekteyim .


Günümüzde Falcılık :

Sihir ve büyünün hiçbir çeşidi, İslâm toplumunda yer bulamaz. Bu tür sapıklıklar, ancak câhiliyye toplumlarında yaygınlaşabilir. İçinde yaşadığımız toplumun câhiliyye toplumu olup olmadığıyla ilgili bir yargıya varmak için gelin, bu konuda aynamızı topluma tutalım:
Düzen ve çevrenin, fıtrata müdâhale edip İslâm’ı bireysel ve toplumsal alanlardan tümüyle uzaklaştırma mücâdelesi ve yer yer başarısı, insanımıza ağır bedeller ödetiyor. İslâm’ın çoğu hükümlerinin yaşan(a)madığı günümüzde stres ve psikolojik bunalımların hemen her çeşidi giderek hemen her insanı kemiriyor. Ve denize düşen yılana sarılıyor: Dinini bilmediği, ilkel ve modern hurâfeleri de reddedemediği için câhil insanlar, çözümü de cincilerde, üfürükçü ve muskacılarda arıyor. Medyada; medyumlardan, falcılardan, astrologlardan yani modern müneccimlerden, cinci ve büyücülerden geçilmiyor. Boyalı basın dediğimiz, yazıdan daha çok resimlerin yer aldığı gazetelerin tümünde her gün burç ve fal köşeleri yayınlanmaktadır. Buralarda "yıldızınız diyor ki" , "burcunuz" , "elektronik burç falı" , "bilgisayarlı astrolojik fal" gibi köşelere ne demeli? (Bu hurâfeler, irticâ kavramına girmediğinden kimsenin bir şey dediği yok. Peki müslümanların da mı diyeceği yok?!)

Günümüzde başta televizyon kanalları olmak üzere medya, yani dünkü adlandırma ile sihirbazlık/büyücülük, halkın bağlılığını sağlamak ve sürdürmek yolunda Firavunların ve firavunî düzenlerin vazgeçemedikleri bir araçtır.

Müneccimlik, sanıldığı gibi tarihe karışmış değil; sadece modernleşmiştir o kadar. Astrolog denilen müneccimler, yıldız falına bakan kimselerdir. Horoskop denilen yıldızların, burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp, falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle kıyaslayarak geleceği -gayb- hakkında hüküm çıkartırlar. Eski Yıldızname'lerin yerini günlük burçlar, astrolojik hurâfeler almış; müneccimin adı da astrolog olmuştur artık.
Açıkça kâfir olanların yanında, nice müslümanım diyen insan, hâlâ yıldızların, burçların insan kaderinde etkili olduklarına inanmaktadır. Müneccimin, kâhinin; geleceği (her şeyi değilse bile, çok şeyi) bileceğine hâlâ inanılır ki, gelecekle ilgili değerlendirmelerde bulunanlara “sen müneccim misin,nereden biliyorsun?”diye sorulur; “adam sanki kâhin” denilir.

Yine, bu düşünceye göre yıldızlar konuşur, vahyeder; onların rasülleri/elçileri ise astrologlar, ve cincilerdir. Yıldızların konuşma dilini anlayan bu şahıslar , bu mesajları "yıldızınız diyor ki..." , "burcunuzun durumuna göre başınıza şu, şu gelecek" diye insanlara para karşılığı tebliğ eder ki, bu mesaja göre bilinçlensinler ve ona göre davransınlar.

Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara, yıldızlara bakarak haber vermektir. Hz. Peygmaber’in bu konuyla ilgili şöyle bir ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.” (Buhâri, Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525) Yine bir başka hadis rivâyeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.” (Ebû Dâvud)

Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurarak bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, denir.

Câhiliyye Arapları, bir yolculuğa, bir savaşa, bir ticarete, evlenmeye, yahut herhangi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler, yahut kuş uçururlardı. Bu zar veya okların birinde, "Rabbim emretti", yahut "yap" diye emir; diğerinde "Rabbim nehyetti" veya "yapma" diye nehy kelimeleri yazılı olurdu; biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an, bunu şiddetle yasaklamıştır. "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz." (5/Mâide, 90)

Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, gök yüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri "sebaî" gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 7, s. 5208).

Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Halbuki, Kur'an; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle meleklerin dahi kendilerine vahy edilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir. "De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur." (27/Neml, 65) "De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum." (6/En'âm, 50) "Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım." (7/A'râf, 188) ayetleri buna yeterli delildir.

Kendilerine "arrâf", "kâhin" denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir. "Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz." (Müslim, Selâm 125) "Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur." (Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Ebû Dâvud, Tıb, hadis no: 3904; Ahmed bin Hanbel, II/ 408)

Burç falı, "insanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya" denir. Modern cahiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurâfesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiç bir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibarettir. İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 5207)“Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar.” (10/Yûnus, 106)

Konuyla ilgili yanlış itikad veya hurâfeler sebebiyle dilimize giren deyimlerden bazıları: “Cadı kazanı”, “gözün faltaşı gibi açılması”, “müneccim misin?”, “kâhin gibi”, “yıldızı kaymak”, “yıldızları barışmak”, sanatçılara: “star/yıldız”, “yıldızınız diyor ki”, “burcunuza göre...”, “felek” , “cingöz”, “cini tepesine çıkmak”, “cin fikirli”, “cin çarpması”, “denize düşen yılana sarılır”, “tahtaya vurup eli kulağa götürmek” vb.
Hayatın her alanını kuşatan İslâm’ın kişisel, toplumsal ve siyasal boyutu gerektiği şekilde yaşanmadığından, psikolojik hastalıklar ivme kazanarak insanı her yönüyle pençesine alıyor. Stres ve bunalımın bin bir çeşidi altında ezilen insan, yeterli inanç ve bilinçten yoksun ise, düştüğü ıstırap denizinden kurtulmak için sarıldığının yılan olduğunu düşünmüyor bile. Her türlü üfürükçülerden, vesvese verenlerden Allah’a sığınması gerektiği halde, şeytanlara ve şeytanlaşan üfürükçülere sığınabiliyor. Kur’an’ın fıtrî prensiplerine sarılıp ibâdet, zikir ve tefekkürle ruhunu arıtacak ve gıdalandıracak yerde, ruhundaki hastalığı artıracak zehirlere ve mikroplara yöneliyor. Yine, müslüman psikolog ve psikiyatristlerden yararlanıp tıp ilminin imkânlarından istifade edeceğine istismarcılara teslim oluyor. Vahye teslim olmayan, aklını ve mantığını da kullanmayan enâyiler bulundukça; adlarına hoca, muskacı, cinci, büyücü, sihirbaz, arrâf, medyum, kâhin, astrolog, falcı... denen kimseler de bulunacak, kendisinden yardım isteyenleri sömürmekle kalmayacak, onları dünyada ve âhirette perişan etmeye çalışacaktır. Suç, bu istismarcılardan daha çok, bunların oltalarına takılan zavallılardadır. İslâm’ın yaşanmadığı yerde bu çeşit istismarcıların, sahtekârların önüne geçilmesi de imkânsızdır.

MÜNECCİMLİK

Sihrin bir çeşidi de müneccimliktir. Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara bakarak haber vermektir. Hz. Peygmaber’in bu konuyla ilgili şöyle bir
ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.” (Buhari, Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525) Yine bir başka hadis rivayeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.” (Ebu Davud)
Bu hadisler, yıldızların uzaklığını, yerlerini, yörüngelerini gözlem ve araçlarla inceleyen astronomi ilmi hakkında değildir. Bu ilim, ilkeleri, kuralları ve araçları olan bir ilimdir. Kur’an zaten, baştan sona insanları gözleme, düşünmeye, araştırmaya ve evrenin sırlarını keşfetmeye davet etmektedir. Ancak, ilimleri, gaybı biliyormuş gibi yorumlamak, insanı şirke götürür. Çünkü gaybı bilen sadece Allah’tır.
Yıldızların hareketlerini inceleyerek gelecek hakkında tahminde bulunan kişi; kâhin, falcı.
"Necm" yıldız demektir. Yıldızları konu edinen iki uğraşı alanı vardır. Bunlar, Astronomi ve Astrolojidir. Astronomi, gök cisimlerini belli esaslar dahilinde uzay araçlarıyla inceleyen bir ilim dalı olduğu halde; Astroloji, yeryüzündeki bütün olayların gök cisimlerinin etkisi sonucu olduğu kuralına dayanan bir uğraştır (Muammer Dizer, Ali Kuşçu, Kültür Bakanlığı Yayını, 51).
Astronomi takvim yapmak, vakit ve yön tayini, hava tahmini gibi insanların yararına işlerde kullanıldığından faydalı bir ilimdir.
Astroloji ise, yıldızların hareketinden hüküm çıkararak gaipten haber vermek (kâhinlik) olduğu için zararlı ve yasak olan bilgilerdendir. Hadiste "Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum, idarecilerin zulmü, yıldızlara inanmak ve kaderi inkârdır" buyurulmuştur (İmam Gazalî, İhyâ, I, 36).
Yıldızların hareketlerinden hüküm çıkarmaya eskiden "ilm-ü ahkâmi'n-nücûm" veya "ilmü'l-ahkâm"; bu işle uğraşana da "ahkâmî" veya "müneccim" denilirdi. Her ikisinin konusu da yıldızlar olduğu için başlangıçta Astronomi ile Astroloji, "İlmü'n-Nücûm" ve "İlm Sınâat en-Nücûm" deyimleriyle ifade edilmiştir.
İm-i Nücûm(Astroloji)un tarihi çok eskidir. Sümerler aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. Muhtemelen onlar taptıkları bu harikulade varlıkların olaylar üzerindeki etkilerine inanarak bütün hareketlerini takip etmiş ve bazı tahminlerde bulunmuşlardır.
Hz. İbrahim'in peygamber olarak gönderildiği, bölgede yaşayan Keldanlılar da yıldızlara taparlardı. Onlara Sâbiî denir. Onların yıldızlara bakıp kâhinlik yaptıklarına Kur'an işaret etmektedir:
Bir bayram günü, kavmi İbrahim'e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler. "Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı. Ben hastayım dedi. O'na arkalarını dönüp gittiler" (es-Sâffat, 88-89).
Keldanlılar yıldızlara inandığı için, Hz. İbrahim onların anlayacağı şekilde yıldızlara bakarak hasta olduğunu söyledi. Onların gayr-i meşrû törenlerine katılmamak için bunu bir mazeret olarak ileri sürdü.
Ptolemaios (Batlamyus) sistemi esas alınarak düzenlenmiş klâsik Astroloji'ye göre müneccimler semayı on iki burca ayırmışlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık... O zaman bilinen yedi gezegen olan Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ü uğurlu-uğursuz diye sınıflandırmışlar; birbirlerine olan uzaklığına ve burçlardaki seyrine göre bir takım hükümler çıkarmışlardır. Uğurlu ve uğursuz olmalarına göre gezeğenlerin durumu şöyledir:
Satürn: en uğursuz (nahs-ı ekber)
Jüpiter: en uğurlu (sa'd-i ekber)
Mars: uğursuz (nahs-i esgar)
Güneş: en parlak (neyyir-i a'zam)
Venüs: uğurlu (sa'd-i esgar)
Merkür: karışık (mümtezic).
Ay: parlak (neyyir-i esgar) (İbrahim Hakkı, Marifetname, 115).
Allah'ın emrine boyun eğerek, görevlerini yerine getiren, O'nu tesbih eden (el-İsrâ: 17/44) varlıklara uğurluluk veya uğursuzluk isnad etmek İslâm'a aykırıdır. Bir iş yapma ve tesir gücüne sahip olmayan varlıklara güç ve tesir isnad etmek de inanç açısından sakıncalıdır.
Yıldızların insan ve olaylar üzerinde etkisi olduğu, Güneş ve Ay'ın özelliklerine kıyas edilerek ileri sürülmüştür. Bu konuda İbrahim Hakkı şöyle demektedir: "Ey aziz! Ehl-i Hikmet demişlerdir ki, Hak Teâlâ'nın takdiri ile ecrâm-ı ulviye (gök cisimleri)nin, mertebe ve derecelerine göre ecsâm-ı süfliye (yer cisimleri) de çeşitli tesirleri vardır. En kuvvetli tesir Güneşin harareti ile yaptığı tesirdir. Ay'ın bu tesirinin daha çok rutûbeti ile olduğu bulunmuştur. Alemi yaratan Allah Teâlâ Kamer'e kendi kudreti ile birçok özellikler bahşetmiştir" (Marifetnâme, 146).
Gerçek müessir (etki eden)'in Allah olduğunu kabul etmekle beraber, yıldızların da âlemde mutasarrıf olduğu görüşünü benimseyen İbrahim Hakkı'nın eski Yunan bilgini Ptolemaios'tan etkilenen bu görüşü, kendisinden yaklaşık dört asır önce yaşayan İbn Haldun (Ö. 1406) tarafından tenkid edilmiştir. İbn Haldun, Ptolemaios'un "yıldızların da Güneş ve Ay gibi varlıklar ve onların tabiatları üzerinde etkisi olduğu" görüşünü tenkid ederek; "Filozofların bu usul ile isbatları da zandan ibarettir. Yakîn ifade etmez ve tanrısal kaza, yani kader ve takdir kabilinden bir tesir olmayıp ancak meydana gelecek olan nesnenin tabii sebeplerindendir. Tanrısal olan kaza ve hüküm ise her şeyden önce gelir" (Mukaddime, Çev. Z.K. Ugon, III, 115) demektedir.
Şer'î bazı delillerle de yıldızlardan hüküm çıkarmanın batıl olduğunu açıklayan İbn Haldun şöyle diyor: "Bu bilgi, halkın iman ve inancını bozduğu için sosyal bir hayat yaşayan insan toplulukları için de zararlıdır. Bazan bir tesadüf eseri olarak astronomiye dayanarak verilen hükümler doğru çıkıyor ise de bu hükümler bir inceleme ve araştırma sonunda verilen hükümler değildir. Kandırıldıklarından dolayı bu bilginin düşkünü olan bilgisiz kimseler ise, bazı olaylarda bir tesadüf eseri olarak hükümlerinin doğru çıkmasından diğer hükümlerinin de doğru olacağı zannına kapılırlar. Halbuki bu doğru değildir. Çünkü bu, varlıkların vücut ve sebebini Yaratandan başkasına isnad etmek demektir. Bundan başka, düşmanlarına saldırmak üzere devletler uğurlu saat bekleyerek fırsatı kaçırdıkları sıralarda, fırsat bekleyen düşmanlarının onların üzerine saldırdıkları ve onlara galip geldikleri olmuştur. Biz bu hallerden bir çoğunu gözümüzle gördük. Bu bilgiye inanarak onun hükümlerine göre iş görmek, din ve devlet için zararlı olduğundan sosyal hayat yaşayan bütün insan topluluklarında bu bilgi yasak edilmelidir"(Mukaddime, III, 119).
Müneccimlik, Osmanlıların son zamanına kadar sarayda bir memurluk olarak devam etmiştir. Reisü'l-Etibba (Hekimbaşı)nın teklifiyle Padişah tarafından atanan Müneccimbaşı ilmi gayesi bu ayetlerle belirlendiğine göre, onların hareketlerinden birtakım hükümler çıkararak gelecekten haber vermenin İslam öncesi bâtıl inançlardan intikal etmiş hurafeler olduğu anlaşılmaktadır.
İslâm'a göre gibi ve geleceği Allah'tan başka kimse bilmez (el-En'am, 6/59). Kader gizli tutulmuştur. Gelecekten haber vermek (kâhinlik) ve falcılık haramdır:
"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve Şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz" (Mâide, 5/90).
"Ârrâf veya kâhine gelerek onun söylediğini tasdik eden, Muhammed (s.a.s.)'e indirileni inkâr etmiş olur. "
"İlm-i Nücûm öğrenen kimse, sihirden bir bölüm öğrenmiş olur" (et-Tergîb ve't-Terhîb: IV, 441-442).
Müneccimlik (falcılık) yasak olduğu halde, tarih boyunca insanın gaybı bilme ve başına geleceği öğrenme merakını istismar ederek bunu kendilerine kazanç yolu yapanlar eksik olmamıştır. Bu konuda "Yıldıznâme" adıyla kitaplar yazılmıştır. Günümüzde de Astroloji, Batıda özellikle Amerika'da yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun sosyo-psikolojik sebepleri üzerinde ayrıca durmak gerekir.
Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi:

FAL-FALCILIK
Tanımı:

Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurma, atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine, kahve fincanına vb. şeylere bakıp bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, denir.
Kamûs-u Osmanî'de: "Kısa fikirlilerin ümid ettikleri bir maddeyi çıkarmak maksadiyle; kitap açmak ve kitaba, baklaya bakmak gibi değişik yöntemlerle yapılan teşebbüsü ve bu teşebbüsün gösterdiği netice" olarak tarif edilmiştir.

Kur’an ve Sünnette Fal:
Kur'an'da, "fal" kelimesi geçmemekle birlikte, Peygamber (s.a.s.)'in bazı hadislerinde, şekil olarak buna benzer fakat mana yönünden bizim anladığımız fal'dan daha değişik bir mana arzeden "fe'l" sözü geçmektedir. Şöyle ki; "adva (hastalığın Allah'ın takdiri olmaksızın bulaşması) yoktur, tıyara (bir şeyi uğursuz sayma) da yoktur. Ben hayırlı "fe'l"i (bir şeyi hayra yorma) severim" hadisinde geçen "fe'l" kelimesinin bildiğimiz falla aynı anlama gelmediği açıktır.
Ebû Hureyre'nin, Peygamberimiz (s.a.s.)'den naklettiği başka bir hadiste;
''Tıyara yoktur, daha hayırlı olan fe'l vardır." buyurdular. Ebu Hüreyre;
"Fe'l nedir ey Allah'ın Resulu? diye sorunca
'Sizden birinizin işittiği salih sözdür' dedi"
Hasta olan bir kimsenin; "ya sâlim!" diye bağıran birinin sesini duyması veya yitiğini arayan birinin; "ya vâcid!" diye seslenen birinin sesini duyunca, "bununla tefe'ül ediyorum" deyip, hastalıktan kurtulmayı umması ve yitiğini bulacağını ümid etmesidir. Yani bu sesleri hayra yorarak, neticenin bu şekilde olmasını beklemesidir.
Cahiliye Arapları, bir sefere, bir savaşa, bir ticarete, bir nikâha yahut herhangi bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler yahut kuş uçururlardı. Bu zarların (veya okların) birinde, "Rabbim emretti" yahut "yap" diye emir; diğerinde, "Rabbim nehyetti" yahut, "yapma" diye nehy kelimeleri yazılı olurdu, biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an bunu şu ayetle yasaklamıştır:
''Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir,. bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el-Mâide: 5/90)
Câhiliyede, bir de kuş uçurma âdeti vardı ki, bir yere gidecekleri zaman bir kuş uçururlar, sağa giderse teyemmüm (uğurlu sayma), sola giderse teşe'üm ederler (uğursuzluk sayarlar)dı. Peygamberimizin, "tıyara yoktur" hadisi ile bunun da yasaklandığını biliyoruz.
Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Halbuki, Kur'an; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle melekler dahi kendilerine vahy edilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir.
"De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur." (Neml: 27/65)
"De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum." (En'am: 6/50)
"Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım." (A'raf: 7/188) ayetleri buna yeterli delildir.
Kendilerine "arrâf", "kâhin" veya "medyum" denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir.
"Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz."
"Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur."
Burç ve Yıldız Falı:

Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern cahiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, İdris’in (a.s.) mucizesi iddiasıyla gök yüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri "sebaî" gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır.
Burç falı, "insanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya" denir. Modern cahiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurafesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibarettir.
İslam âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir.
Bunun yanında insanın, girişeceği önemli bir iş için, uzman kişilerle istişare yaptıktan sonra istihâre yapması meşrûdur, sünnettir. Bunun, İslam'da yasak edilen falcılık ve kehanetle hiçbir ilgisi yoktur.
HALKA VE İP TAKMAK

Tevhid, Allah’ın kâinatta koyduğu kanunlar çerçevesinde sebeplere sarılmaya asla karşı çıkmaz; bilakis teşvik eder. Elbette ki açlığı gidermek için yemek, susuzluğu gidermek için su, tedavi için ilaç, savunma için silah gereklidir. Insan hastalandığı zaman doktora gidecektir. Bütün bunlar ve benzerleri İslam’da meşrûdur. Ne var ki, meydana gelen veya meydana geleceği sanılan tehlikeleri defetmek için, birtakım bilinmeyen ve gizli olan sebeplere sarılarak esrarengiz yollara başvurmak, asla meşrû sayılmaz. Bazı toplumlarda görülen madenî halkalar takmak, kollara ip bağlamak, bu türdendir. Bir keresinde Hz. Peygamber, zayıflıktan kurtulmak için koluna demir takan sahabiye bunu çıkarttırmıştır. Yine Hz. Peygamber, sıtmayı önlediğine inanıldığı için koluna ip takan hastanın kolundan da aynı şekilde bunun çıkarılmasını istemiş ve arkasından şu ayeti okumuştur: “Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar.” (Yunus: 10/106)

Görüldüğü gibi, Rasülüllah’ın bunların üzerinde durmasının yegâne sebebi, şirkten ve şirke giden yollardan insanları uzaklaştırmaktır. Burada hatırımıza şöyle bir soru gelebilir: Acaba deneysel bilim, birtakım araştırmalar yaparak, kola takılan bu madenlerin fizikî faydasını ispat etse, yine yasak olur mu? Şüphesiz hayır! Çünkü bunun yasaklanmasının sebebi, bu gibi şeylere, birtakım bilinmeyen güçler atfedilerek sığınılmasıdır. Mesela, bakır bilezik cinsinden bazı halkaların romatizmanın tedavisindeki faydası bilimsel olarak da ortaya çıktığı için, ilaç kullanılır gibi kola veya ayağa takılmasında hiçbir sakınca yoktur.
NAZAR BONCUĞU VE MUSKA TAKMAK

Nazar boncuğu ve Kur’an ayetleri dışında yazılar, tuhaf şekiller bulunan muska takmak da, insanı şirke götüren yollardan biridir. Cahiliyye döneminde Araplar, özellikle çocuklara boncuk ve muska takarlar, bu yolla cinlerden ve nazardan korunacaklarını sanırlardı. Halk arasında nazardan korunmak için, nazarlık, at nalı, at kafası, çeşitli muskalar takma, kurşun dökme ve tütsü yapma gibi yollara başvurulduğu görülür. Bu gibi bâtıl yolları Hz. Peygamberimiz yasaklamıştır.
Bunların tıbbî hiçbir yararı yoktur. Aynı zamanda, Allah’tan başkasından zararı defetmesini istemek de söz konusudur. Halbuki Kur’an’da bu konuda önemli ikazlar vardır.
“Allah sana bir sıkıntı verirse, O’ndan başkası bunu gideremez. Sana bir iyilik verirse, başkası onu engelleyemez. O, her şeye gücü yetendir.” (En’am: 6/17)
Muska takılması da aynı şekilde caiz görülmemiştir. Âlimlerin bir kısmı, muskada Kur’an’dan ayetler yazıyorsa takılabilir demişlerdir. Ama, içinde Kur’an ayetleri yazılı olsa da takmamak en iyisidir; çünkü hangi muskanın içinde ayet yazdığını takanların hemen hiç birisi bilmeyeceği gibi; bilinmiş olsa bile, başka muskalar için de kötü örnek olur, cinler için, ya da insan kandırmak için yazılmış muskalar yol açılır. Aynı zamanda, insanda alışma özelliği olduğundan, zamanla bu, diğer şeylerin takılmasına da yol açabilir. Yeri gelmişken, Mehmed Âkif’in şu mısralarını hatırlamamak olmaz:
“Ya açar bakarız Nazm-ı Celîl’in yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin.
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”

Faydalanılan kitaplar:
A.g.e. s.-337-338.
Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar, s.137-139
A.g.e. s. 139-151.
Bakıllani, el-Beyan: 77-78.
Nesefi, Tebsiratu’l-Edille: 477-478; M. Sait Özervarlı, TDV İslam Ansiklopedisi: 16/182.
Cemil Çiftçi, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/286.
Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 328; Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 448-449.
Hakkâ: 69/39-47; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 328-329; Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 449-450.
el-Mâide: 3/90.
Ahmed b. Hanbel, I, 274.
Cemil Çiftçi, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/286.
Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 329-330; Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 450-451.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 451.
Buhârî, Tıbb: 46; Müslim, Kasâme: 36; Ebû Dâvud, Diyât: 19.
Cemil Çiftçi, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/286-287.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 211.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 211-212.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 212.
Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/143.
Buhari, Tıb: 43; İbn Mâce, Tıb: 43.
Buhâri, Tıb: 44.
İbnu'l-Manzûr, "Lisanü'l-Arab " XI V.; İmam Ebi Bekir er-Râzı, "Muhtaru's-Sihah" Fe'l maddesi.
Müslim, Selam: 125.
Tirmizi, Taharet: 102; İbn Mace, Taharet: 122; Ebu Davud, Tıb, hadis no: 3904; Ahmed bin Hanbel, II/ 408; Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/143-144.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: VII/ 5208; Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/143-144.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: VII, 5207.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 212-213.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 213-214.
İbn Mâce, Tıb: 39.
Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 214-215.
Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-Gayb Terc. 263; S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/209; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 232
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 8/88
Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, s. 7.
İzzet Derveze, Tefsîru’l-Hadis 1/197-198; S. Ateş, a.g.e. 11/191
Tahir Örs Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz, s. 158/159
Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin Maddesi, 8/9
A.Osman Ateş, a.g.e. s. 230-250
Fahreddin Râzi, a.g.e. 263-264; S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/206-2079; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 234-235.
A.Osman Ateş, a.g.e. s. 232-238.
Bu rivâyet ve yorumların kaynaklarıyla ilgili bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 141.
A. Aydemir, a.g.e. s. 136-161; karş. Yusuf Özbek, İslâm Açısından Sihir, s. 101-131.
A. Osman Ateş, a.g.e. s. 252-259.
A.g.e. s. 263-267.
Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an, Hikmet Y. c. 16, s. 445-446.
Mevdûdî, Tefhîmu’l Kur’an, c. 7, s. 312.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Y. c. 9, s. 6356.
İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs c. 1, s. 199-200.
Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e. 9/6358
S. Ateş, Gerçek Din Bu, s. 174-177; Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, s. 194-195.
A.Osman Ateş, a.g.e. s. 268-291.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
Bakıllani, el-Beyan: 77-78; Fahreddin er-Razi, Metalibu Aliye: 8/143-146; Abdullatif Harputi, Tenkihu’l-Kelam: 275; M. Sait Özervarlı, TDV İslam Ansiklopedisi: 16/182.
Tehanevi, Keşşaf: “İrhas” maddesi; M. Sait Özervarlı, TDV İslam Ansiklopedisi: 16/182.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260.
M. Sait Özervarlı, TDV İslam Ansiklopedisi: 16/182.
Buhârî, Iiasâya 23; Müslim, İman,144.
Nesâî, Tahrim: 19.
Ahmed İbn Hanbel, II, 83; IV, 399.
Ebû Davûd, Tıp: 21; Şâmil İslam Ansiklopedisi: 1/260-261.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1/366-367.
Hikmet Tanyu, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 501-502.
Hikmet Tanyu, TDV İslam Ansiklopedisi: 6/503.
Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. 8/229-230; Elmalılı, 1/372.
Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s. 213-220.
H. Tanyu, TDV. İslâm Ans. 6/503-505.
H. Tanyu, TDV. İslâm Ans. 6/502.
Fahreddin Râzî, Tefsîr-i Kebir (Mefâtihu’l Gayb) Terc. c. 3, s. 266-273; Elmalılı, c. 1, s. 367-369; A.Osman Ateş, a.g.e. s. 221-224.
A. Osman Ateş, a.g.e. s. 224-229

Şimdide Hıristiyanlıkta Falcılık için ne gibi değerlendirmeler yapılmakta. Onu inceleyelim

GERÇEK, BAĞIŞLAMA, DÜRÜSTLÜK, İTAAT
Sahteciliğe karşı gerçek Şeytan gerek şimdi gerekse geçmişte insanları tanrıdan uzaklaştırabilmek için birçok şeyi sanki gerçek tanrıymış gibi insanların önüne koymuştur. Özellikle kendisine hoş gelen şeyleri izlemeyi çok seven insan da özgürlüğünün ölçülerini tam algılayamadığı için direkt bu tarz sahte tanrılar ardına takılıvermeyi alışkanlık haline getirmiştir. Elbette bu sahte tanrıların illa putperestlik dönemindeki gibi putlar olması gerekmiyor . Ama örneğin bir televizyon kanalında bir kadın kendisini telefonla arayanlara falcılık yapmakta ya da bir başka kanalda kişilerin yükselen burçları verilmektedir... Yüksek düzeyde bazı insanlar Hint dinlerinin temel öğretilerini içeren bazı tarikatları çağdaşlık maskesi altında gözlemledikleri için rahatlıkla izlemektedirler. Eğer bu insanlara sorsanız her biri eğer Müslüman’sa Müslümanım, Hıristiyan’sa Hıristiyanım ya da Yahudi’yse Yahudi’yim diye birde kendi mensubu bulundukları inançların adlarını vereceklerdir. Ama yoga ile veya Hare Krişna ile yaptıkları uygulama binlerce tanrılı Hint dini uygulamasıdır. Bu inanç insanlara birde sağlık kılıfı içinde verilmiştir. Kişiler ya ne önemi var canım çağdaş insan olarak bu sağlıklı spordan faydalanmalıyız diye düşünmektedir. Bu kişilere yaptıklarıyla ilgili bir soru sorduğunuzda hem ben onların tanrılarına tapmıyorum ki, sadece beynimi geliştiriyor, vücudumu dinlendiriyorum diye cevap verirler. Bütün bunlar aslında şeytanın yalancılığını, sahteciliğini, çaktırmadan ruhlara nasıl hüküm etmesinden başka bir şey değildir. Meditasyon denilen , iç sesleri dinleme olayı nedir.? Cevabı ruha dinginlik kazandırma vesaire vs. Meditasyon ruhu şeytana teslim etmek gerçek tanrı ile irtibatını kesmek demektir. Diğer bir anlamda trans halinde ruhun derinliklerinde ego gücü ile, kendi sesini dinleme gücü ile kontrolün şeytana geçme olayıdır. Falcılık yine aynı şey, sadece kahve falı bakıyoruz, ne zararı var diyebilirsiniz. Zevk için bile bakmış olmak bile çevrenizdekiler ve sizin için şeytana bir fırsat oluşturmaktan başka bir şey değildir. Bu düşüncenin fanatikçe bir yaklaşım olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat bir ip insanı asmaz, ama üç beş ip bir araya gelirse çok kalın olur ve insanı öldürebilir. Bu aynen bunun gibi bir olaydır.Eski ahitte Rab şöyle buyuruyor: “cincilere ve bakıcılara dönmeyin, murdar olmak için onları aramayın, ben Allahınız Rabbim’’ (Levililer 9:31). Daha bu ve buna benzer kültürlerden gelen bir çok uygulamalar, örneğin nazar boncuğu küçücük bir cam parçasını put edinmek de aynı şeydir. Sanki tanrımıza dualarımızla sunduğumuz bir şeyi, Tanrımız koruyamazmış gibi... Bir takım insanlara güvenip onlara kendilerini okutanlar, onlardan medet uman insanlar bunlarda hep aynı kategori içindedirler. Kutsal kitapta Yeremya peygamberde şöyle yazıyor. “ Rab şöyle diyor: insan güvenen, ve beşeri kendine bazu edinen, ve yüreği Rab’den ayrılan adam lanetlidir.’’ (Yeremya 17:5) şimdi hangi insana güvenebilirde ondan nasıl yardım umabiliriz. Bir başka ayette halka uyarı mahiyetinde ‘’….falcılarınızı, ve düşüncelerinizi ve müneccimlerinizi ve afsuncularınızı dinlemeyin….’’(Yeremya 27:9) demektedir. Bütün her şeyin hakimi, kudret sahibi Rab dururken, büyücülerden, falcılardan ve nazar boncuklarından, bir takım anlamadığımız yazılardan, muskalardan kısacası bu ve benzeri bütün putlardan medet ummak acizliktir, bilgisizliktir. Görkemli, aklımızın alamayacağı kadar kudret sahibi bir tanrıyı tanıyamamış olmak demektir. Günümüzde bir takım medyumlar toplumumuzu hala tehdit etmeye devam etmektedirler, diğer taraftan reenkarnasyoncular, müzik adı altında şeytana ağıt yakan hard rock’çılar bunların hepsi iblise yücelik veren şeylerdir... Biz İsa inanlıları böyle bir toplum içinde yerimizi koruyor görünmekteyiz de acaba ne kadara kadar yüreklerimizde bu etkileşimlere pencere açılmaktadır. Buna dikkat etmeliyiz. “ İsa benden yana olmayan bana karşıdır.’’ (Luka 11:23) demekte ve Yuhanna 14’te de bu konuda tek yol önermektedir. Bu yol İsa Mesih’in kendisidir. Ayrıca Pavlus Korintlilere yazdığı 2. Mektubunda onları şöyle uyarıyor. : ‘’ ne var ki, yılanın Havva’yı kurnazlığı ile aldatmış olması gibi, düşüncelerinizin Mesih’e olan içten ve pak adanmışlıktan saptırılmasından korkuyorum. Çünkü size gelen ve bizim tanıttığımızdan değişik bir İsa’yı tanıtanları pek ala hoş görüyorsunuz.'’ (2.korintliler 11:3-4) Burada tanıtıldığı gibi bazen de bazı inançlar sanki İsa Mesih’i kabul ediyorlarmış gibi görünüyorlarsa da, Alfa ve Omega olan İsa’dan Tanrı Oğlu olan İsa’dan bahsetmiyorlar. Yani görkemliliği, gerçekliği, basitleştirip sahteleriyle değiştiriyorlar. ‘’ benim o olduğuma iman etmezseniz günahlarınız içinde öleceksiniz’’ Yuhanna 8:24 diyen İsa’dan farklı bir İsa’dan bahsetmektedirler. O zaman şunu dememiz gerekiyor. Bizler çevreden sürekli etkileşim içinde olan kişiler olarak bizi kendi tekeline almaya çalışan bütün fikirlere karşı elimizdeki gerçekle direnmemiz gerekmektedir. HİLEYE KARŞI DÜRÜSTLÜK Kutsal Kitap’a baktığımızda Mezmur 32:2 de şöyle yazmaktadır. “ ne mutludur o adam ki ruhunda hile bulunmaz…’’ diğer bir ayette ise ‘’ sevgiyle gerçeğe uyarak bedenin başı olan Mesih’e doğru her yönden büyüyeceğiz… bunun için yalanı bırakın ve her biriniz komşusu ile gerçeği konuşsun..’’ (Efesliler 4:15-25) gibi ve şeytanın yalanlar babası olduğunu bildiren Yuhanna 8:44 gibi ayetlere rastlıyoruz. Demek ki biz inanlılar olarak her türlü yalanın büyüğü ya da küçüğü ayırt etmeksizin karşısında olmamız gerektiğini öğreniyoruz. Eğer bunu öğrenmemiş bir inanlı olarak yaşamaya devam edersek adeta bizi koruyan suların etrafında gedikler açıldığını görmemizde yakın olacaktır. Örneğin bir alkoliği düşünün. Alkol onu o denli sarmıştır ki kişi gerçeği göremez hale gelmiştir. Ona sen alkoliksin desen, sana müthiş bir biçimde tepki bile gösterecek bu gerçeği kabul edemeyecektir. Çünkü kendi içinde artık yalan bir dünya oluşturmuştur. Bu yalan onun için bir gerçektir, Daha buna benzer rüşvet yeme, başkalarının haklarını gasp etme, küçük yalanların oluşturduğu, yalandan örülü gerçek sanılan dünyalarda yaşamak bunların hepsi kendi yarattığımız dünyada yaşayıp gerçeklerin farkında olamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu örneklerin yüzlercesini hatta binlercesini göstermek mümkündür. Bizim meşhur bir ata sözümüz vardır camiyi çalan kılıfını hazırlar diye aynı bunun gibi yaşadığımız her günahın yalancı bir nedenini hayatımızda saklamaktayızdır. Bir İsa inanlısının hileye karşı dürüstlükle, oturduğu tanrısal kaya üzerinde iblisin oyunlarından daha da güçlü bir şekilde korunarak, bütün dünyaya da örnek oluşturması gerekmektedir.3. Olarak öğreneceğimiz yol acılık yerine bağışlama2. Korintliler 2:10-11 de şöyle yazmaktadır.‘’ kimi bağışlarsanız, ben de onu bağışlarım… öyle ki oyununa gelmeyelim.’’ bu özellikle bizim ülkemiz için çok önemlidir. Çünkü ne yazık ki çoğu zaman insan ilişkilerinde hep iki yüzlülük göze çarpmaktadır. Görünüşte bağışlama var gibidir ama kökende bu hiçte düşünüldüğü gibi değildir. Acılık bizi içten içe yer bitirir. İsa’nın söylediği ‘’eğer her kişi kardeşini yürekten bağışlamazsa, göksel babam da size öyle davranacaktır…’’ (Matta 18:35) sözlerinde oldukça ciddi bir uyarı vardır.Bağışlamanın kelime anlamı hakkımdan vazgeçiyorum demektir. Bağışlamamış kişi dünyanın en özgür adamı da olsa aslında yüreğinin derinliklerinde kendini bir acılığa köle etmiş kişidir. Bu da kişiye fark ettirmeden ızdırap verir ve hatta düşmanın ataklarına bir gedik bile oluşturur. Bağışlama yalnızca unutma olayı da değildir. Konuyu bir daha günde getirmemek üzere ortadan kaldırmak demektir. Aslında bunu yalnızca başkaları adına yapmış olmamaktayız, özellikle kendi ruhsal dengemiz için ve en önemlisi de Rabb’imizin buyruğu olduğu için yapmalıyız.4.olarak öğreneceğimiz yol isyan yerine itaat:İsyan günümüzde oldukça moda olan bir şeydir ve tabii bu illa kazan kaldırmak anlamında değildir. Düşündüğünüzün aksine yürek kaldıran, insanı kılıktan kılığa sokan bir durumdur. Aslında çevremizde sürekli rastladığımız bir içsel ayaklanmadır. İsyan, ne kötü vaaz, ne kötü kitap, şuna bak, bu hep böyle, ben olsam… tarzında başlayan sözcüklerin altında yatan aslında hep benliğin çırpınışıdır. Bu tür sözler günlük haçımızı alıp Rab’ bimizin ardından gitmeye karar vermiş kişiler olarak bize hiçte yakışmayacaktır. Ve yine hatırlatmakta fayda var bunlar bizi düşmanın eline itecek olan bir durumdur. 1.samuel 15:23 te ‘’isyan falcılık suçu gibidir.’’ denmekte ve inanlının yaşamında yer almaması gereken bir davranış olarak vurgulamaktadır. İsyan günahın özüdür. Bu afetin evrene girişi şeytanın baş kaldırmasıyla olmuştur. Adem ve Havva’yı ayarttığında bu illeti de aşılamıştır. Bizler sürekli bir şeylere muhalefet yapıyoruz. Ve ne yazık ki, bazen Rab’ bin yoluna karşıda bu muhalefetlerimiz sürmekte. İnanlılar için boyun eğmek, belki kutsal kitap ta yer alan ve yaşamımızı ilgilendiren en önemli kavramdır. Tanrıya boyun eğmekle birlikte, birbirimize, eşler arasında, topluluğun önderlerine ve yöneticiler yasalara boyun eğmeden inanlı olmamız biraz şüphelidir. Çünkü gördüğümüz insanlara boyun eğmezsek, görmediğimiz tanrıya karşı boyun eğdiğimizi nasıl iddia edebiliriz.


Yukarıda tek tanrı Dinlerinden Hıristiyanlık ve İslam da Fal ve onun türevleri hakkında yapılan değerlendirmeleri gördük.

Şimdi de Bilim adamlarının Fal hakkında düşündüklerini inceleyelim.


İslam öncesi Cahiliye döneminde bazı fal çeşitleri vardı. Kum üzerine bazı çizgiler çizilerek bakılan bir fal türü vardı ki, buna hattürreml denirdi. Bunun yanında kelime ve isimlerle fal tutma, zarlarla fal açma, astrolojik fallar, koyunun kemiğine, kurbanın ciğerlerine bakarak fal açma, su falı, çay falı, kahve falı, bakla falı, kurşun dökme, tuz falı, balmumu falı, el yazısı falı gibi fal çeşitleri uygulanmıştır.

Bilim adamları da falcılığın birer huzursuzluk kaynağı olduğunu ifade ederler. Özellikle aile geçimsizliklerinin ve yakın akrabalar arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesine sebep oldukların söylüyorlar.

Mesela, Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. İlhan Yargıç diyor ki:
Falcılar, genellikle benzer söylemleri kullanır. Kadının kocasıyla sorunu vardır, problem aslında konuşulsa çözülebilecektir. Fakat falcı, birisinin kendisine büyü yaptığını söyler. Bu durumda kadın, tüm aile fertlerine karşı düşmanca tavır besler. Gerçekte böyle bir şey olmamasına rağmen, kehanet kendini kanıtlar ve aile ilişkileri kopar.?


Biyoetik Derneği ve Astronomi Derneği’nin
“Giderek yaygınlaşan bilim karşıtı falcılık, şifacılık, cincilik, ufoculuk, vb bilimdışı etkinlikler”
ile ilgili görüşü
Ankara, 19 Haziran 1996
Farklı alanlardan bilim insanları olarak, ülkemizde giderek yaygınlaşan falcılık, medyumluk, şifacılık, cincilik, ve benzeri bilim dışı etkinliklerden ve bunların dayanağını oluşturan bilim karşıtı eğilimlerden kaygı duymaktayız. Bu çağdışı yaklaşımların ülke yönetiminde sorumluluk taşıyan kimi kurumlarda bile gözlenmeye başlaması, yazılı ve görsel basının bu uygulamalara geniş yer vererek bir anlamda desteklemesi bu kaygıyı daha da arttırmaktadır.
Bilimsel çalışmaların yapılmadığı, bilime önem verilmeyen, hatta bilim karşıtlığının yaygın olduğu toplumların gelişemeyecekleri, bilime önem veren toplumların gerisinde kalmaya ve onlardan yardım beklemeye mahkum olacakları bilinmelidir. Bu geri kalmışlık yalnız bilgide değil, toplumun ahlaksal yapısında da kendisini gösterecektir. Böyle bir toplumda kandırmacının yaygınlaşması doğal bir sonuç olacaktır. Atatürk'ün “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlimin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.” sözü, bu gerçeği bütün yönleriyle vurgulamaktadır.
Bilim insanları toplumların doğru bilgilendirilmesinde ve tehlikelere karşı uyarılmasında titiz ve duyarlı olmak zorundadır. Bu girişim bu ödevi yerine getirme yolunda atılmış bir adımdır. Toplumumuzun ve ülkemizin geleceğini tehdit eden bu bilim dışı görüş ve uygulamaların tümünü açıkça eleştiriyoruz. Eğitimi ne olursa olsun, bu uygulamaları yapan kişilerin, bir başka deyişle şarlatanların toplumu aldatmalarına olanak sağlayan ya da göz yuman tüm kurumları, kuruluşları ve kişileri uyarıyor, onlara sorumluluklarını anımsatıyoruz. Özellikle yazılı ve görsel basını bu konuda duyarlı olmaya, bilim dışı uygulamaların yayılmasında ve toplumun kandırılmasında araç durumuna düşmemeye çağırıyoruz. Toplumun geleceği ile ilgili sorumluluk taşıyan herkesi, bu sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz.
Doç. Dr. Berna ARDA Prof. Dr. Osman DEMİRCAN
Biyoetik Derneği Başkanı Astronomi Derneği Başkan Yardımcısı

KAYNAK:evren ve sırları.com

0 yorum:

Yorum Gönder